He got lucky, got lucky one time [O şanslıydı, şanslıydı bir keresinde]
Hitting with the girl in room five o nine [Numara 509'daki kızla işi pişirerek]
She turned her back on him facing the frame
Said, "Listen Joe don't you come here again"
[Dedi ki, Dinle Joe, tekrar geleceksin, değil mi?]
White sun scattered all over the sea
[Beyaz güneş yayıldı boylu boyunca denizin üzerine]
He could think of nothing but her name Elise
[Adam kızın adının Elise olduğundan başka birşey düşünemiyordu]
God is the sweat running down his back [Tanrı O'nun sırtından aşağı inen ter idi]
The water soaked her blonde hair black [Su O'nun sarı saçlarını siyaha çevirdi]
It's a perfect day [Mükemmel bir gün]
A perfect day, Elise [Mükemmel bir gün, Elise]
He got burned by the sun [O güneşten yandı]
He's a lucky man [Şanslı bir adamdı]
His face so pale and his hands so worn [Yüzü oldukça solgun ve elleri yıpranmıştı]
And the sky [ve gökyüzü]
Let himself in room five o nine [kendini oda 509'da buldu]
As she turned away [O dönerken]
Said a prayer, pulled the trigger and cried [bir dua okudu, tetiği çekti ve ağladı]
Tell me why [Söyle bana, neden]
It's a perfect day [Mükemmel bir gün]
A perfect day, Elise [Mükemmel bir gün, Elise]
It's a perfect day [Mükemmel bir gün]
A perfect day, Elise [Mükemmel bir gün, Elise]