and you open the door
(ve kapıyı açın)
and you step inside
(ve içeri adım atın)
we're inside our hearts
(kalplerimizin içindeyiz)
now imagine your pain
is a white ball of healing light
(şimdi acınızın şifalı ışıktan beyaz bir top olduğunu hayal edin)
that's right, feel your pain,
(doğru,acınızı hissedin)
the pain itself,
is a white ball of healing light
(acının ta kendisi şifalı ışıktan beyaz bir top)
i don't think so
(öyle olduğunu sanmıyorum..)
this is your life
(bu sizin hayatınız)
good to the last drop,
(son damlasına kadar iyi)
doesn't get any better than this
(bundan daha iyisi olamaz)
this is your life, and it's ending
one minute at a time
(bu sizin hayatınız ve her an bir dakika daha azalıyor)
this isn't a seminar
(bu bir seminer değil)
and this isn't a weekend retreat
(ve bu bir haftasonu sığınağı değil)
where you are now
you can't even imagine
what the bottom will be like
(şu an bulunduğunuz yerde en dibin neye benzeyeceğini tahmin bile edemezsiniz)
only after disaster
can we be resurrected
(sadece felaketten sonra yeniden dirilebiliriz)
it's only after you've lost
everything that you're
free to do anything
(sadece ve sadece herşeyini kaybettikten sonra herşeyi yapmaya özgürsündür)
nothing is static,
(hiçbir şey sabit değil)
everything is evolving,
(herşey gelişiyor)
everything is
falling apart
(herşey ayrı düşüyor-parçalanıyor-)
you are not a beautiful and unique snowflake
(siz güzel ve eşsiz bir kar tanesi değilsiniz)
you are the same decaying
organic matter as everything else
(siz de diğer herşey gibi aynı çürüyen organik mekanizmasınız)
we are all a part of the same compost heap
(hepimiz aynı gübre yığınının parçasıyız)
we are the all-singing,
all-dancing crap of the world
(hepimiz şarkı söyleyen danseden dünyanın pislikleriyiz)
you are not your bank account,
(siz banka hesabınız değilsiniz)
you are not the clothes you wear
(siz giydiğiniz kıyafetler değilsiniz)
you are not the contents of your wallet
(siz cüzdanınızın içindekiler değilsiniz)
you are not your bowel cancer
(siz bağırsak kanseriniz değilsiniz)
you are not your grande latte
(siz grande latte kahveniz-??- değilsiniz)
you are not the car you drive
(siz sürdüğünüz araba değilsiniz)
you are not your fucking khakis
(siz boktan haki üniformanız değilsiniz)
you have to give up
(vazgeçmek zorundasın)
you have to realise that someday you will die,
(birgün öleceğinin farkına varmak zorundasın)
until you know that you are useless
(bunu öğrenene kadar işe yaramazsın)
i say let me never be complete
(ben asla tam olmamama izin ver diyorum)
i say may i never be content
(ben hiç tam olamam diyorum)
i say deliver me from swedish furniture
(ben beni isveç mobilyalarından kurtar diyorum)
i say deliver me from clever art
(ben beni zeki sanatlardan kurtar diyorum)
i say deliver me from clear skin and perfect teeth
(ben beni temiz cilt ve mükemmel dişlerden kurtar diyorum)
i say you have to give up
(ben vazgeçmek zorundasın diyorum)
i say evolve, and let the chips
fall where they may
(ben evrim geçir ve kırıntılar nereye düşmesi gerekiyorsa bırak düşsünler diyorum)
i want you to hit me as hard as you can
(bana vurabildiğin kadar sert vurmanı istiyorum)
welcome to fight club
(dövüş klübüne hoşgeldiniz)
if this is your first night
(eğer bu ilk gecenizse)
you have to fight
(dövüşmek zorundasınız)